
Merhaba.
Ben Tunç Şevik.
İzmirliyim. Bostanlı’da yaşıyorum. Yaşım kırka dayandı ama hâlâ hiçbir halt olamadım.
Gündüzleri Çiğli Balatçık’taki Akif Mobilya’da çalışıyorum. Aile işi diye geçiyor ama aslında sadece babamın dükkanı. Ben de o dükkanın içinde, onun gölgesinde, emir alan, varmış gibi yapan biriyim.
Kendime ait hiçbir şeyim yok.
Ben diye bir adam hiç olmadı.
O yüzden zaten çürüdüm.
Sabahları koşuya çıkarım. Arada yoga yaparım. Bold Union İzmir koşu grubuna da üyeyim. Sosyal medyada sabah koşularım, yoga story’lerim, nefes paylaşımlarım olur. Kaslı fotoğraflar, sağlıklı yaşam pozları…
Sanıyorlar ki “kendini toparlamış, hayatına çeki düzen vermiş bir adamım.”
Hadi oradan.
Hepsi yalan.
Ben sadece bedenimi cilalıyorum ki içimdeki pislik görünmesin.
Ama artık saklamıyorum.
Bu satırlar, temizlenmeye çalışmayan bir çöp adamın kendi pisliğini açıkça ortaya dökmesidir.
Ben pisliğin kendisiyim.
Ben içten içe çürümüş, vicdanını yıllar önce gömmüş bir adamım.
Ve artık saklayacak hiçbir şeyim kalmadı.
Benim çocukluğum dayağın gölgesinde geçti.
Babam ne bulduysa fırlattı.
Kemeri, tokadı, yumruğu.
Sesiyle titrerdim. Eliyle ezilirdim.
“Adam ol” diye döverdi ama o dayağın tek yaptığı şey, içimdeki insanı yavaş yavaş öldürmekti.
Abim vardı, Tahir.
Zeki, çalışkan, her şeyi doğru yapan çocuk.
Babamın gözbebeği.
Ben onun gölgesinde ezildim, yok oldum.
Ne yapsam olmadı.
Ve ben bu ezikliği önce içime attım, sonra kıskançlığa, sonra da aşağılığa dönüştürdüm.
Ve evet, abimin karısına göz diktim.
Yıllarca “yenge” dedim. Onunla aynı sofraya oturdum. Çay içtim. Gülümseyip rol yaptım.
Ama kafamda başka şeyler dönüyordu.
Ona dokunmadım çünkü fırsat olmadı.
Olmuş olsaydı, elim durmazdı.
Ben yapmadım çünkü yapamadım.
Ama zaten aklımdan geçenle çoktan kirlenmiştim.
Ve bu ilk değildi.
Arkadaşlarımın karılarına sarktım.
Bazılarının eski karısıyla yattım.
Biri boşanmak üzereydi, biri daha yeni ayrılmıştı.
Fark etmedi.
O an yalnız olan, ilgi isteyen, övgüye aç olan herkese yaklaştım.
Teselli süsü verdim.
Ve sonra yattım, geçtim.
Sarhoşken kız kuzenime bile yeltendim.
Kafam güzeldi. Yanına oturdum. Omzuna dokundum.
Göz göze geldik. Geri çekildi.
Ama ben niyetimi durduramamıştım.
Elim dursa da, içim çoktan ilerlemişti.
Çünkü bende sınır yok.
Olmadı da.
Vicdan, ar, utanma bunların hepsi çoktan öldü.
Yoga mı yapıyorum?
Evet. Ama ruhumu aramıyorum.
Orası kadın kaynıyor diye yapıyorum.
Koşu kulübü mü? Bold Union İzmir.
Ben oraya spor yapmak için gitmiyorum.
Orası benim av alanım.
Kimin morali bozuk?
Kimin kocası ilgisiz?
Kimin gözlerinde ilgi arayan bir boşluk var?
Koklarım.
İki sohbet, bir kahve, bir koşu…
Gerisi gelir.
Bir gece bir barda tanıştım biriyle.
Sarhoştuk. Yattık.
Sabah adını bile hatırlamadım.
Çakıp geçeceğim bir geceydi.
Ama o geceden bir kız doğdu.
Adı Derin.
Yıllar sonra öğrendim.
İlk tepkim: “Yok artık. Benden olamaz.”
Test yapıldı: %99.9
Kaçamadım.
Kabul ettim. Etmek zorunda kaldım.
Canını yaktığım her kadının ahının kızımdan çıkacağını biliyorum ama umursamıyorum... Neden? Çünkü ben Tunç Şevik'im...
Baba mıyım?
Kağıt üstünde belki.
Ama aslında?
Ben kendime bile babalık yapamamış biriyim.
Ona ne verebilirim ki?
Hiç dostum olmadı.
Çocukken de yalnızdım, büyürken de.
Hep dışlandım.
Kimse beni gerçekten sevmedi.
Ben de kimseyi sevmedim.
Sadece kullandım.
İşim düştü, yaklaştım.
Yattım, geçtim.
Kullandım, sonra unuttum.
Ben değişmeye çalışmadım.
Çünkü değişmeye değecek biri değilim.
Ben bu hayatın bana dayattığı “bozuk karakter”i giyip kabul ettim.
Ve onu çıkarma gibi bir niyetim hiç olmadı.
Ben adam değilim.
Ben şerefsizin önde gideniyim.
Adi, ahlaksız, vicdansız, yüzsüz bir adamım.
Ve bunu utanmadan söylüyorum.
Sen şimdi bu satırları okurken “iğrenç bir herif” diyeceksin.
Ama belki çoktan seninle çay içmişimdir.
Yoga matımız yan yana gelmiştir.
Koşu grubunda seninle fotoğraf çekilmişimdir.
İçim çöp, ama dışım düzgün.
Sen ona kandın.
Ben Tunç Şevik’im.
Tanısan tiksineceğin, ama çoktan etrafında dolanmış biri.
Adam olmadım.
Ve adam olmayı hiç istemedim...
Ben Tunç Şevik’im...